Ne şahane dünya be!

Sabah işe doğru araba sürerken radyoda “What a Wonderful World” çalıyor ve ben eminim ki bunu sabah arabayla işe gidenler için söylememiştir, diye geçiriyorum içimden. Gerçekten de yeşillik, çiçekler, gökyüzü, gün ve gece, insanların birbirini sevmesi, çocukların doğması, büyümesi ve daha büyük şeyler keşfetmesi karşısında tepkisiz kalamamış Louis Armstrong ve dilinden dökülüvermiş: Ne şahane dünya be!

Ben de sizlere son zamanlarda çok sevdiğim, doğal ve sakin bir piknik mekanı keşif hikayemi anlatayım. Belki size de bana olduğu kadar şahane gelir. Bu seferki konumu arkadaşım benden önce keşfetmişti ama tam tarif edemediği ve orada telefon da çekmediği için bisikletle çıkar, yolumu oradan geçirip net olarak öğrenirim dedim. Piknik ihtiyaçları için küçük bir alışveriş yaptım. Eşim 16:30 a kadar çalışıyor. Saat 14:00′ te Uluçayır’ da 16:30 da dönmüş olmayı hedefleyerek saat tam 12:45′ te Tepebaşı’ ndaki evimden çıktım. Çıkmadan önce eşimin işyerine uğrayıp planı anlatmak istedim ama meşguldü. Ben de sürüş öncesi kahvemi içip ayrıldım.

21e30933-aaa3-4506-9e4e-c2aa117b0fb4

Uluçayır 26 km’ lik mesafe. Yol kötü bir asfalt, arabayla gitsen 30 dk sürüyor. Öğle sıcağında 1 saat 15 dakikada bisikletle gidebilmek için 22km/saat bir tempo tutturmam gerekti. Sık sık durup su içtim, Kızılinler kahvede mola verip maden suyu ile yanımda getirdiğim kuru yemiş ve hurmayı attım ağzıma. 14:05 te Uluçayır’ da buluştuk, piknik muhitini keşfettik. Dönüşe geçtiğimde aslında doğrudan eve gitmeliydim. Ama saat 14:30 da yılda bir kez düzenlenen Velesbid bisiklet festival turunun Yenisofça’ da olacağını öğrenmiştim. Oraya gitmek yolu 9km, 25-30 dakika uzatacaktı. Eve yönelsem 16:00 da varabilirdim ama formda olduğumu hissettiğimden 60km yi geçen bir sürüş yapma fikri cazip geldi.

Yenisofça’ ya vardığımda, festival katılımcıları zorlu bir rotadan gelmiş olmanın da etkisiyle çimlere gruplar halinde yayılmışlardı. Sessiz sohbetler vardı, beklediğim enerjiyi bulamadım. Bazı arkadaşlarla ve önceki turlarda tanıştığım kişilerle selamlaşıp ayrıldım. Saat 14:55′ ti. Evim Yenisofça’ dan 27 km. 1,5 saatim vardı ve yolda enerjisiz kalmamak için Gökçekısık’ ta durup biraz daha kuruyemiş yedim. Yokuş çıkarken karşı rüzgar biraz zorladı, molaları azaltıp süreyi tasarruf ettim ve kendimi aşırı zorlamadan 16:25′ te varmıştım.

Eve vardığımda bir sürprizle karşılaştım. Eşim 16:10-16:21 arası 6 kez aramış ve duymamışım. Kapıyı açtığımda panik halde benim peşime düşmesi için birine telefon ediyordu. Önce sakinleştirip sonra kendimi affettirdim ve piknik yerine doğru yola çıktık. Tamamen doğal alanımızda Porsuk son dönemki yağışların etkisiyle güçlü bir debiyle akıyordu. Rüzgar, kuş, akıntı ve uzaktan seyrek geçen tren sesleri vardı. Suyun hareketi oldukça dinlendirici bir ortam sunuyordu. Sudan akıntıyla gelen sarhoş vatandaş olmasa sükûneti kimse bozamazdı. Ateşimizi yaktık, pişirdik. Sohbet edip, gülerek gün tamamen kararıncaya kadar oturduk.

IMG_2525

Bu hikayeyi anlattım çünkü böyle hareketli geçen tatil günlerini çok seviyorum, olabildiğince bunları arttırmak istiyorum. Çoğu kişi günde bir faaliyetle yetinecektir. Ama bizim iş hayatımız yoğun, tatil günlerimiz çok kıymetli. Bazen iyi plan yapmıyor, tembel tembel geçiriyoruz. Ben artık olabildiğince çok faaliyet sıkıştırmaya çalışıyorum. Sonuç: Pazar günü de koşuşturma. Olsun varsın, mutluyum çünkü 4 yıldır uğraştığım bisiklet sporu sayesinde fiziksel kapasitem arttı. Eskiden, bahsettiğim tur için tam günü ayırır ardından da uzun bir dinlenmeye geçerdim. Sırf bunun için herkese kondisyonunu arttıracağı bir sporla uğraşmasını öneririm. Ne yaparsanız yapın, size karşılığını veriyor.

Yeni keşiflere gelince: Hayat deneyim biriktirmektir; demiştim bir kez. Yeni keşifler de tam buna hizmet ediyor. Yıllardır Eskişehir’ deyim hala görmediğim yerler bulabiliyorum. Yeni şeyler bulmaya, öğrenmeye, deneyimlemeye merakı olmayan kişi zaten yaşamıyordur. Bir şey yapabilecekken üşenen kişi, ruhen engellidir.

Dip not: Her şey bir yana, sevdiklerinizin telefonlarını açın ya da ona bir şekilde iyi olduğunuzu bildirin. İnsanın aklına türlü türlü şeyler geliyor, değil mi?

IMG_2545

Evet ama, 42 yaşında bir adam bunu yapabilir mi bakalım?

İş yerimde yaşımla ilgili espri yapan bir arkadaş var. Gelen taşları, benden birkaç yaş büyük olmasına rağmen bana abi diyen, bir abimize yansıtıp, durumu idare ediyorum. Sonuçta, gerçek gün gibi karşımızda duruyor. Birlikte çalıştığımız yeni iş arkadaşlarımızla aramızda bariz bir nesil farkı var artık. Sen ne kadar genç, dinç, güncel kalmaya çalışırsan çalış, sonuçta takvim yalan söylemez: 11 Haziran 2016 günü itibariyle 42 yaşımdayım.

İşte bu noktada bir günde Göynük’ e giderek taçlandıracağım “bikepacking” projem devreye giriyor. Peki neden Göynük? Öncelikle bu rotayı yaptığımda 125 km yol, 2250m irtifa ile şimdiye kadarki rekorlarımı kırmış olacağım. Bir üst seviyeye geçmiş olacağım. 3 sene önce bu bölgeyi gezmeye gelmiş, yöresel lezzetler ve güzel doğasına hayran olmuş ancak yoğun yağmur nedeniyle tam tadını çıkaramamıştık. O nedenle bir daha gidilecek bir yer olarak hafızaya kaydetmiş olmalıyım. Gidiş tarihini 29 Mayıs 2016 olarak belirledim. Göynük’ e 42 yaşından önce gidebilecek miyim dedim ama maalesef Tekirler köyünde kaldım. Deneme başarısız oldu ama 2017′ de yeniden deneyeceğim. Şİmdi aşağıdaki hedeflere ulaşmak için neler uyguladım, nerede eksik kaldım bakalım:

125 km yol, 2250m irtifa, 90 kg, 1 günde Eskişehir’ den Göynük’ e

bikapack

1. Nabız Kontrolü ve Antrenman

Şunu öğrendim ki kişinin en büyük engeli ta kendisidir. Üşengeçlik mesela, engelli olmaktır. “Deli misin? Başka işin yok mu?” sorularına kulak tıkamak da kendi elinizde. Benim en büyük engelim fazla endişeli olmam. Yaklaşık 12 yıldır kolestrol ilacı kullanıyorum. Tansiyon ilacı da 5 yıla yaklaşıyor. Yılda en az 2 kez kardiyolojideyim. Bilmem bu durumu özetlemeye yeterli mi?

8 Mayıs 2016 günü Bozdağ’ a bir tırmanış gerçekleştirdim. 800′ den 1341m rakıma kadar tırmandık. 1200m rakımdaki Hekimdağ geçidine varana kadar nabzım 2 kez 170′ i geçti. Durdum, su içtim, nabzım 125 oluncaya kadar 5 dk bekledim ve devam ettim. 3 etapta 400m tırmanmış oldum. Belli bir kadansın altına tırmandığınızda dizlere ve kaslara çok yük biniyor. Bisikletimdeki minimum dişli oranı 30/32, bazı dağ bisikletleri gibi yavaş ve çok çevirerek tırmanmaya izin vermiyor. Bu nedenle uzun tırmanışları dinlenerek aşma taktiği uygun. Daha kısa tırmanışlarda bile sabit tempo ile sakin sakin çıkmak gerekiyor. Dayanıklılık sürüşü yapıyorsanız, asla kendinizi kaptırıp zorlamayın, nabzı hep düşük tutmak daha çok yol almanıza yardımcı oluyor.

Kalp için en güzel faaliyet bisiklet, evet; nabzınıza dikkat etmek şartıyla. Tam olarak nasıl kontrol edeceğiz? İlk bilmeniz gereken dinlenme nabzınız. Tamamen istirahat halindeki dakikadaki kalp atış sayınızdır, dinlenme nabzı. İki yıl önce bisiklete başladığımda dinlenme nabzım 90 dı. Şimdi 80. Bunu sporun bir faydası olarak görüyorum. Düzenli spor yapanlarda 50-60 arasında olurmuş.

Klasik formülü yazayım: (Siz de kendi yaşınızı formüle koyabilirsiniz)

220 – yaş (42) = 178 Bu maksimum nabız.

178 – dinlenme nabzı (80) = 98

Bu değeri (98) 4 eşit bölgeye bölüyoruz. Antrenmanları ona göre değerlendiriyoruz.

Baz bölge %60 – % 70 Min. Nabız= Dinlenme nabzı (80) + 98 * 0,6 = 139 Benim için aralık 139-149.

Buna baz antrenmanı diyorlar. Bu aralıkta çok zorlamadan, ısınma şeklinde antrenman vücudunuzun kapasitesini geliştiriyor. Sporcular diğer bütün çalışmaları bunun üzerine kurdukları için temeli geliştirmek için bunu yapıyorlar. Benim yaşımda geç spora başlamış biri gelişmek için bu aralığı bolca kullanmalı.

Aerobik bölge %70 -%80. Benim için aralık 149 – 158.

Bu bölge de kondisyonu arttırıyor, kalp damar sistemini geliştiriyor. Bize lazım olan da bu değil mi?

Anaerobik bölge %80 – %90. Benim için aralık 158 – 168.

Bu bölgede antrenman vücudun yorgunluk direncini arttırıyor. Yani daha geç yorulmak istiyorsanız burada çalışmayı arttırabilirsiniz. Ben yalnızca yokuş tırmanırken buna izin veriyorum, kalbi yormamak için. Sonuçta o da bir kas. Çalıştırırsanız gelişir, çok çalıştırırsanız yorulur.

%90 üstü antrenman yalnızca sporcular için, asla 168′ i geçmiyorum, yavaşlıyorum, düşmezse durup dinleniyorum.

Haftada bir ya da iki kez sürüş yaptığım için senelik km hedefimin çok uzağındayım. İşe bisikletle gitme konusunu maalesef çözemedim. Akşamları zaman ayıramıyorum diye, sabah erken kalkıp tur atıyordum. Dokuz kez çıktıktan sonra, tansiyonu kötü etkiler endişesi ile bıraktım.

Tırmanma ve Nabız Kontrolünde Durum: Göynük öncesi sert çıkışlı rotaları, 100km üstü rotaları tekrar tekrar yapmak gerekti ama 2016′ da olmadı, 2017′ de inşallah. 2017′ de bunların yanına bisiklet harici idman da katacağım.

down

2. Ağırlık Hedefi

Üniversite yıllarında 63 kg olduğumu hatırlıyorum. Bildiğin iskeletor gibiydim. Hayatımda doğru dürüst spor yapmamıştım. Ortaokul ve lisede masa tenisi büyük tutkumdu, ama ilerlemedi ve orada kaldı. İlerleme yoksa kaybolur, gidersiniz. Mutlaka hedefleriniz olmalı. Sokak basketbolunda da iyiydim, mücadeleci bir tarzım vardı. Üniversite halı saha maçlarında takoz defans olmayı tercih ederdim. Bir kız arkadaşımın kollarımın, bir başkasının bacaklarımın ince olduğunu söylediğini hatırlıyorum. İlki biraz utandırmıştı doğrusu. Ama ilkokul 4 de herkes sokakta oynarken test çözersen olacağı budur. Hayatında hiç kavgaya karışmamış kaç kişi tanıyorsunuz? İlkokul sonrası ailemden ayrılıp yatılı okulda yapayalnız kalmamdan dolayı müzakere, boş verme ve görmezden gelmeyi benimsemiş olmalıyım. Rusya’ da çalıştığım dönemde 2 kez trafik kazası geçirdim, her ikisinde de spor yasağı konuldu, sanki yapıyormuşum gibi. 2011 yılında 75 kiloydum, son iki yıl içerisinde bisiklete binerek 72-75 kg arasında gidiyorum. Göynük için pedal basacağım gün 72 kg altında olmalıyım. Oysa son dönemde 74 küsur gördüğüm oldu. 13 Mayıs 2016, tartı:73,6 kg. 01 Şuat 2017; tartı 72,7 kg.

Ağırlık hedefinde durum: Umut vermiyor / Aksiyon: Protein ağırlıklı diyet

En sık yaptığım hatalardan biri de fazla giyinmek. Sabah erken saatlerde çıkıyorum, günün en soğuk anlarını yaşıyoruz. Giderek hava ısınıyor, tempomuz artıyor, terliyoruz ve dönüşte sabah giyilen terli kıyafetleri taşırken buluyoruz kendimizi. Ama Göynük tam gün faaliyeti olacak. Son aldığım kararla gece konaklamayı da iptal ettim. Her şeyi bir sele altı çanta ve gidon çantasına sığdırmalıyım. Güncel malzeme listesi şöyle oldu: Rüzgarlık, uzun kollu tişört, yedek forma, yazlık pantolon, iç çamaşırı, yedek iç lastik, zincir yağı, alyan, tamir kiti, pompa, şarj pili, telefon, kredi/banka kartı, kimlik, para ve aydınlatma.

Yanıma alacağım yiyecekler: granola bar(ev üretimi enerji barı), muz, peynirli sandviç. Yolda su kaynaklarına ulaşabileceğimi öngörerek, kapasiteyi 1 lt’ ye düşürdüm.

Toplam ağırlık hedefi her şey dahil 90 kg idi. Buna kendim, bisiklet, yiyecek, su ve yanıma alacaklarım dahil.

Bunları sele altı çantaya ve küçük gidon çantasına sığdırmalıyım. Tam yüklü bir deneme yaparak tartı kontrolü yaptım 29 Mayıs günü 90 kg’ ın üstündeydim. Bir dahaki sefere mutlaka ağırlık hedefi tutmalı.

yan

3. Rota ve mola yerleri

Bilmediğimiz bir yere gitmek, keşif heyecanını arttırsa da beklenmedik yol koşulları projeyi tamamlamaya engel olabilir. Bu nedenle gitmeden önce arabayla bir ön keşif yapmaya; mola yerlerini, öğle yemeği yerini ve çeşmeleri tespit etmeye karar verdim. Ayrıca, yolda yönü karıştırmamak için yol ayrımlarını belirledim.

Bilgisayarde belirlediğim rota: Tüvtürk çeşme 11,4km, Yarımca 24,9km, Dağküplü 34,7km, Mayıslar 45km (sağa Nallıhan yoluna dön), Laçin 54,7 km (yol üzerinde değil), Sakarya Nehri köprü-Ankara il sınırı 63,5km, Yenice yolu ayrılacak 66km, 68.km Nallıhan yolundan ayrıl, Kuzucular 69km, Kuzucular’ dan sola dön, Tekirler – öğle yemeği ve dinlenme, Soğukçam 83km, Ahmetbeyler 95km, sağa dön, Demirhanlar’ a dönmeden sola Hasanlar köyü 100 km, Sakarya-Nallıhan yolu sola dön 109km, D170, Göynük 124km

Ancak 29 Mayıs günü yol arkadaşım Bülent’ in yönlendirmesi ile Karadere üzerinden Yarımca’ ya ulaştık. Hem daha sert bir tırmanış oldu, hem de bir süre asfalttan çıktık.

Bu nedenle Arçelik bisiklet ekibi ile birlikte Nisan 2017′ de ön keşfini yapabileceğimiz, daha kısa ama daha çok tırmanış içeren tamamen asfalt rotaya karar verdim.

anyroad

 

4.Ekipman

Bu projenin başlangıcı aslında Aralık 2015′ te yeni bisiklet almama dayanıyor. Giant Anyroad üzerinde bir tadilat yapmadım. Sadece lastik değiştirdim. Orijinal lastiği yerine iki alternatifim var: a) Yol lastiği Michelin Lithion II 700x23c, b) Schwalbe Marathon Mondial 700x40c. Yuvarlanma direnci için yol lastiği avantajlı, ama asfalt dışı yollarda ve patlama koruması için Marathon öne çıktı. 29 Mayıs günü Marathon’ lar ile çıktığıma pişman oldum. Bu kadar tırmanışlı rotada her gram önemli.

Çantalar konusunda ideali aramadım. 1 günlük tur için yeterli çantaları kullanıyorum. Arkadaşım Kaan ile incelediğimiz yerli üretim Semçanta sele altı çanta 8-10 lt alıyor. Bir de küçük, üçgen Çin malı kadro çantası.

20160529_165119

5.Beslenme

Uzun bisiklet turu etkinliğinde her şeyden daha önemli olan şey beslenmeymiş onu öğrendim net bir şekilde. Araba için yakıt neyse spor etkinliğinde yemek odur. Siz, siz olun, zayıflayacağım diye aç mideyle bisiklete binmeyin. Pro bisikletçilerin yarış öncesi hafta antrenmanı azaltıp, yiyebildikleri kadar yediklerini biliyoruz. Buna karbonhidrat yüklemesi diyorlar. Normalde ekmek ve tuz tüketmiyorum. Bu durumda benim için yolda enerjimin bitmesinden daha büyük risk, kramp oluyor. Akşamdan 2 şişe maden suyunu bardağa döküyorum, gazı gidiyor mineralleri kalıyor, sabah içiyorum. Tuzlu Mihaliç peyniri ile dolu 2 tost yiyip öyle çıkıyorum. Yolda atıştırmak için Kaan sayesinde keşfettiğim, evde kendim ürettiğim enerji barı var. Kompleks karbonhidrat deposu olduğundan her molada 1-2 dilim yemeye çalışacağım. İçeriği şöyle

Muz – Büyüklerinden 7 tane

Kabak Çekirdeği(İçi) – 100 gram

Karışık Kuru Meyve – 50 gram

Yulaf Ezmesi – 200 gram

Keten Tohumu (Çekilmiş) – 50 gram

Ay çekirdeği (İçi)- 100 gram

Badem kırığı – 100 gram

Ceviz kırığı – 50 gram

Tarçın, tuz

Muzları karıştırıp, sıvı hale getirin, tüm içeriği ekleyin, en sona yulafı bırakın. Koyu kıvama gelinceye kadar ekleyin. 170C 20-25 dakika pişirin, sarı-kahverengi bir renge gelecek. 10 dakika bekletip kesebilirsiniz.

Bunun dışında yanımda muz, bitter çikolata ve peynirli sandviç vardı.

yol

6. Ekip

Başkası olsa bu projeyi yalnız gerçekleştirmek isterdi belki ama ben her zaman olduğu gibi takım çalışmasına inanıyorum.

Kaan Yaren: Ekipman, teknik, antrenman, beslenme vb. pek çok konuda örnek aldığım, tavsiyelerinin faydasını gördüğüm “mentor” arkadaşım. Her şüphe ettiğimde “Çok rahat yaparsın”, “Kesin yaparsın” diye beni cesaretlendirmesi de cabası.

Bülent Yıldırım: Eskişehir’ de bisiklet ve doğa sporlarının duayenidir. Arazide yön tayini efsanedir. Şimdiye kadar onun çizdiği, doğaçlama yaptığı rotaları çok yaptık, güzel yerler gördük, keşfettik birlikte. Benim yaptığım bir rotada yol arkadaşım olmayı kabul ettiği için ve güzel fotoğrafları için teşekkürler.

Murat Yetilmezsoy: Rampalara alerjisi olmasa o da yol arkadaşımız olabilirdi. Gezmeyi, doğayı, arabayla yol yapmayı, lezzetli yemekleri keşfetmeyi sever. Zaman ayırıp, lojistik destek sağladığı için kendisine çok şey borçluyum.

camalan

29 Mayıs 2016 günü deneyimi özetle şöyle oldu. Tüv Türk’ e kadar oldukça tempolu geldik. Yol ayrımında plan dışına çıkarak Karadere üzerinden tırmandık. Bu bence yanlış oldu çünkü pazı yerlerde inip yürümek zorunda hissettim.Karadere’ den sonra da bir süre toprak yolda ilerledik. Daha önemli bir hatayı da molalarda yaptım.

20km’ de bir kısa molalar verip biraz esnemek ve seleden ayrılmak iyidir. Ancak biz de yaptık Kozlu bahçede uzunca bir kahvaltı molası verdik. O da yetmezmiş gibi inişte yine plansız şekilde Mayıslar’ da durduk. O molada çok üşüdüm. Mayıslar’ a olan iniş sırasında da üşüdüm. Hatta inişte durup pantolon giydim. Bu üşümeler maalesef krampa neden oldu ve Mayıslar’ dan sonra düz yolda sıkıntı çekmeye başladım.

Aslında tam uzun molanın zamanıydı ama doğru mola yeri planlamamıştık ve Tekirler’ e vardığımda bitik durumdaydım. Daha fazla gitmeyi özellikle toprak yolda tırmanışa geçmeyi istemedim. Sağolsun Murat gelip aldı. Arabayla çok dik yollardan geçip Bülent ile ileride buluştuk. Bülent Göynük’ e yaklaşık 20:30 da vardı, gün batmak üzereydi.

O günden dersimi almış olmalıyım ki bir daha kramp sorunu yaşamadım. Hatalı mola tercihleri o günkü en temel hata idi.

Diğer önemli hata, rota planlamasını yanlış yapmaktı. Arabayla geçebileceğim bir rota yapmalıydım, off road’ dan uzak durmalıydım. Öncesinde keşif yapmış olmalıydım. Öğle yemeği için daha doğru bir tercih yapmalı ve öğle yemek molasına çok daha erken ulaşmalıydım.

Ayrıca kendim için çok zor bir hedef belirlediğimi kabul etmeliyim. İlk denemede yeterli kondisyona sahip değildim. Yaklaşık 9,5 saat bisiklet üstünde kalarak toplam 13 saatte tamamlayabileceğim bir rota. Uzun bir gündüz günü yapılabilir ancak. 42 yaşında olmadı ama 43. yaş günüm 11 Haziran 2017 günü bir deneme daha yapmaya karar verdim. Daha çok antrenman yapmaya, daha zorlu rotalar ile kendimi geliştirmeye, bu süre zarfında daha çok yerler ve yollar keşfetmeye motive oldum. 42 yaşımda yapamadım demek ki 43 yaşımda yapacağım.

goynuk

Kürk Mantolu Gezginler

Geçen günlerde, hatırlarsınız, kadının biri televizyonda hiç bilmediği bir kitap hakkında, okudum deyip, tüm edebiyattan sinema uyarlamaları hakkında saçmaladı. Yalanı ortaya çıktığında da çaktırmamaya çalıştı ama daha çok battı. Program sunucusunun da bilmediği bir konu hakkında kulağına sufle ile gelen bilgilerle yorum yapmaya çalıştığı görüldü. Bu arada diğer kadının, amerikalı bir şarkıcıdan “Bizim Madonna” diye bahsetmesi ve “Kitabın konusu ağlak mı?” demesi ile seviyesizliğin dibine vuruldu.

Diyeceksiniz ki, bu seviyesizlikten niye bahsediyorsun? Şimdiye kadar bu bayağılıkları görmezden geldim, onlardan  bahsedip, değer vermiş olmak istemedim. Benim hayatımda televizyon yok, evlendirme programlarına maruz kalanlar düşünsün; dedim. Ama kazın ayağı öyle değil. Burada hepimizi ilgilendiren bir sorun var. Duyarsız, ilgisiz, seviyesiz insanların her yerde bağıra çağıra konuştuğu günlerdeyiz. Tamam biz dinlemiyoruz ama, iş yerinde yan masamızda oturan kişi dinlemişse? O düzeysizliği normal kabul edip, azıcık sanattan zevk almaya çalışan insanları “entel” deyip aşağılıyorsa. Üniversite mezunu iş arkadaşınızın televizyondan duyduğu, cinsiyetçi, bayağı esprileri bağıra çağıra anlatması sizi rahatsız etmiyor mu? Ben tepki gösterdiğimde çoğunluk belki anlam veremeyecek, çünkü erdem sahibi olmayan bir güruh, kalabalık olacak. Oysa Bulgakov on yıl boyunca yazdığı, bugün şaheser kabul edilen kitabını, ölüm döşeğinde hala düzeltmeye çalışmıyor muydu? Leonard Cohen kafasını otel kapılarına vura vura, neden Halellujah’ ın 200 farklı versiyonunu yazdı? Onlar derin anlamları olan sanattan ve hayal gücünden zevk alan, sayıları az da olsa değerli bir kitleye layık olmaya çalışıyorlardı. Doğrusu hayatımız televizyon tarafından sistematik olarak aptallaştırılan bir toplumda giderek yozlaşıyor. Haber sitelerinde bile magazin gündemin önüne geçmeye başladı. Üstelik ülkemiz savaş halindeyken, her gün insanlar ölürken oldu bu. Daha geçen gün yan mahallemize şehit cenazesi geldi. İnternete girdim ki, kimsenin umurunda değil, “selfie” ler, “check-in” ler gırla gidiyor. Herkes mi televizyonda açılacak kutularla meşgul? Bu kadar mı kendimize yabancılaştık? Ülkemizde problemler ayyuka çıkmışken, hepimiz bütün bu duyarsızlık, yüzsüzlük ve seviyesizliğe karşı çıkmalıyız. Bunlar çoğaldıkça bize hayat alanı kalmayacak çünkü.

Ne derler, iğneyi kendine çuvaldızı başkasına batır. İnsanın kendini eleştirmesi oldukça zordur, o yüzden ben bugün iğneyi yakın çevreme batırmak istiyorum, yakın çevremdeki gezginlere. Farkında olanlarınız vardır, gezginlik son dönemde moda oldu. Kendim gezgin değilim ama uluslararası ilişkilere, farklı kültürlere, onları tanımaya meraklıyımdır. İş hayatından dolayı da farklı milletlerden insanlarla tanıştım. Şunu gördüm ki, farklı ülkeden insanlar sizi sadece iş bilginize göre değerlendirmiyorlar. Kişi uluslararası değer görmek istiyorsa öncelikle yerel olmalıdır. Kendi özüne, kültürüne duyarlı olmalıdır. Yoksa her yerde yabancıdır. Barkın olup, diyar diyar gezmek güzel; ama sen önce kendi güzelliklerini keşfettin mi bakalım? Ben gezginde, Nazım’ ın şu dizelerindeki duyarlılığını ararım:

“Memleketim

Memleketim ne kadar geniş:

dolaşmakla bitmez tükenmez gibi geliyor insana.

Edirne, İzmir, Ulukışla, Maraş, Trabzon, Erzurum.

Erzurum yaylasını yalnız türkülerinden tanıyorum

ve güneye

pamuk isleyenlere gitmek için

Toroslardan bir kere olsun geçemedim diye

utanıyorum.”

Peki gezginlere olan bu ilgi nereden geliyor? Ben sadece birini anlatacağım. Maalesef kapalı bir toplum olan ülkemizde, seyahat özgürlüğü ile ilgili durum da pek iyi değil. Nüfusun yaklaşık %10′ unda pasaport var. TÜİK’ e göre yılda 6,2 milyon Türk vatandaşı yurtdışına çıkıyor. Ukrayna ile karşılıklı vizeleri kaldırdık; bakınız 46 milyon Ukrayna’ nın her yıl yurtdışına çıkan nüfusu 21 milyon! Dünyanın en pahalı pasaportu bizde. Alım gücünden hiç bahsetmiyorum, dolar bazında açık ara lideriz. TC pasaportu listede 10.sırada olan İngiltere pasaportunun 2,5 katı. Pasaportu aldın, peki vize ne olacak? Güney Amerika dışında az sayıda ülke bize vize uygulamıyor. Bir millet iki devletiz diyen Azerbaycan’a bile girişte vize var. Peki Schengen için para verip de üstüne çektiğimiz o eziyetler nedir arkadaş? Yorgunluk yılgınlığa, yılgınlık tembelliğe dönüşüyor. Bize göre her yer çok uzak, her şey çok zor. Üşengeçiz, konforumuzdan da  ödün veremeyiz. Ee, o zaman özgür olamazsın kardeşim! Dolayısı ile; bu kadar zorluğu aşıp, o kadar parayı bayılıp dünyanın farklı coğrafyalarının kokusunu taşıyan gezginlere özeniyoruz, olay budur.

12540751_120490035000793_685632589782388556_n

Bisikletli Gezgin “Simurg Yolda”Kadir Daşbaşı

Çok okuyan mı çok gezen mi bilir sorusunun cevabı, bazılarına göre çok gezendir. Doğrusu bence, hem çok okuyan hem çok gezen olmalı. Gezdikçe okuyan, okudukça gezen olmalı. Geçenlerde İran’ a gitmek isteyen biri Fars kültürü ile ilgili kitap arıyordu. Olay budur, dedim. Oysa yakın çevremde, neredeyse hiçbir kültürel merakı olmayan, yalnızca marjinal görünmek, popüler olmak, kafayı çekmek ile ilgilenen, ama ucuz bilet buldukça ya da kafaya estikçe yurtdışına gidip gelenler o kadar çok ki. Öyle fotoğraf koyup #Fanfinifinfonyollarda, #Filancageziyor yazmakla olmaz. Evet gezginlerin sayısı artmalı ama kalitesi de artmalı. Toplum hayatına katkıları, onlardan öğreneceklerimiz daha fazla olmalı. Onlardan buram buram özgürlük yayılmalı. Yılgınlık, bezginlik, edilgenlik kırılabilir belki bu sayede.

Televizyondaki magazin programlarını değiştiremeyiz ama bir şeyler yapmak için biz de bir adım atalım dedik. Üyesi olduğum Eskişehir Bisiklet Derneği olarak bisikletli gezginlerle söyleşiler düzenledik. Gelin siz, ismi lazım değil, sesi bilgisinden çok çıkan TV yorumcularını bırakın, bisikletli gezginler Orhan Kılıç, Kadir Daşbaşı, Feridun Ekmekçi, Ahmet Mumcu, Cemal Atasoy ve Gürkan Genç’ e kulak verin.

2-5 Kasım arası Eskişehir Tepebaşı Belediyesi Özdilek Sanat Merkezi’ nde buluşalım. Ayrıntılar için etkinliğin sayfasına bir göz atın, bir yerinden yakalayın.

https://www.facebook.com/events/260307664366720/

Orda bir köy var, uzaktı, yakın ettik

Eskişehir’ de yaşamanın en sevdiğim yönlerinden biri çok büyük olmaması. Nerede oturursanız oturun, bisikletinizle kolayca trafikten uzak bölgelere ulaşabilirsiniz. Bisikletle farklı rotalar yapmak istediğimizde bazen doğal alanlara ulaşmak isterken, çoğunlukla arkadaşlarla sohbet edebileceğimiz bir köy kahvesi mola yerimiz oluyor.

2016-02-14 14.37.12

Eskişehir’de bisikletlilerin en sıklıkla ziyaret ettiği köy Kızılinler. Ben de farklı arkadaş gruplarıyla defalarca geldim. İki farklı yoldan gelinebiliyor. Birincisi yol çeşitliği ve etraftaki güzel doğa nedeniyle genellikle tercih edilen tali yol. Bu yolda asfalt var, rampa var, tren geçidi, köprü, Porsuk ve bol çukurlu toprak yol var. İstenirse Porsuk kenarındaki güzergah arttırılarak bahçelerin içinden de geçilebilir. Her haliyle oldukça eğlenceli bir rota. Git gel yaklaşık 30 km. Bir de Kütahya Karayolu kullanılarak geliniyor. Daha kısa ve hızlı olan bu rotada sert bir rampa ve köye doğru dik bir inişi var. Onun dışında çok basit bir rota. Zaman zaman bu iki rotanın kombinasyonlarını da yapıyoruz. Köy kahvesi sıkça kalabalık grupların uğrak yeri olduğundan, gittiğinizde bir arkadaşınızı görmeniz çok olası. Hafta sonu en olmadık saatte bile gitseniz çay molası vermiş bir bisikletliyle karşılaşabilirsiniz.

2014-12-25 12.45.55

Arkadaşlarla çok sevdiğimiz bir diğer köyümüz de Yenisofça. Kızılinler’ den sonra git gel 25 km daha yolunuzu uzatmalısınız. Yol tamamen stabilize asfalt, inişli çıkışlı bir rota. İlk çıkan çataldan sola (güneybatı) gitmelisiniz. Yolda Gökçekısık köyünden geçersiniz, sonra da tren geçidinden. Yol yine çatallanır; sağa, batı’ ya yönelirsiniz. Genellikle sabah gidilir ama akşam saatlerinde pek bir güzeldir. Bu köyün ahalisi oldukça cana yakın. Kışın kahvede soba etrafında ısınırsınız. Yenisofça’ dan itibaren doğa süper her yerde. O nedenle arabayla buraya gelip etrafı gezdiğimiz çok turlar yaptık. Köye yakın terkedilmiş bir hamam mevcut. Şahinciler de olmasa eşsiz bir kamp yeri kanımca.

2015-01-25 11.23.31

Yenisofça köyünden devam ettiğinizde Akkaya köyüne ulaşılıyor. Ben daha ilerisine gitmemiştim bu hafta sonuna kadar. Porsuk barajına bu yol üzerinden ulaşılıyor. Yenisofça Akyaka arasında bolca çeşme var, suluğunuzu doldurun. Bu bölgede yolun kuzey tarafında kalan Porsuk kenarı güzergahı çok doğal ve güzel. Doğru dürüst yol yok, dağ bisikleti ile gitmenizi öneririm, özellikle bahar aylarında.

2015-12-02 08.10.06

Porsuk barajının kuzey tarafında ise işletilmeyen çay ocağıyla aklımda kalacak olan Mollaoğlu var. Buraya Kütahya Yolu’ ndaki sapaktan ya da Musaözü baraj gölünden ulaşabilirsiniz. Biz ikincisini yaptık, köyde kahvaltı yaptıktan sonra baraja yöneldik. Sert toprak bir yoldan dik ve uzun inişi ince yol lastikleri ile indim. Tenha bir yol, kalabalık ekiple yapılmasında fayda var.

20150322_165202

Diğer bir ziyaret etmeyi çok sevdiğim köy de Yörükkırka. Bu köy ana yolun az kenarında kalır. Kahvede çay dışında bir şey yok ama köylüler her gördüklerinde kız erkek ayırmaksızın hepimizin elini sıkar hoşgeldiniz der. Köye bitişik Kaya oluşumları eşsiz güzellikte. Buradaki patikaları takip ederek Uluçayır’ a ulaşılabilir. Ana yoldan Güneye devam edersiniz bütün Eskişehir’ in içtiği suyu çıktığı Yukarı Kalabak köyüne varırsınız. Güneybatı yönü ise Çamlıca köyüne gidiyor. Her iki istikamette de sıkı tırmanışı göze almalısınız. Yol buralarda orman içine giriyor ki kendinizi başka bir coğrafyada hissedersiniz.

20150711_174242

Çamlıca köyünden Güneye toprak orman yolunu giderseniz muhteşem Kavacık yaylaya ulaşırsınız. Müthiş bir güzellik. Yaz aylarında bile geceleri çok soğuk oluyor, kamp yapacakların dikkatine. Çamlıca’ dan Batı’ya doğru Seklice köyüne giden diğer bir orman yolu var. Ben bu yolu gittiğimde karlar eriyordu, balçığa saplandım. Arkadaşlarla bisikletleri taşıdık ve çamur temizledik. Dikkatli gidilmesi gereken bir güzergah. Seklice’ ye Yenisofça’ dan asfalt yolla ulaşılabiliyor, sıkı bir rampa sonunda tabii.

2014-11-29 11.14.14

Bir de arabaya bisikletleri atıp gidilen yerde tur yapma olayımız var. Arkadaşım Bülent sayesinde çok enterasan yerleri görme fırsatım oldu. Bir keresinde barajın güneyindeki Kargın köyüne park ettik. İncik, Fındık üzerinden Sabuncupınar bucağına ulaştık. Bu bölgede Frig vadisi kaya oluşumlarından bazılarını görebiliyorsunuz. Bakkala yol sorduk ama bulamayınca kafamıza göre yoldan çıktık. Patika bir yerde bitti, yürümeye, sonrasında bisikletleri taşımaya başladık. En sonunda bir zirveden bölgeyi inceledik, doğal peri bacalarını gördük ve inişe geçtik. Yol sorduğumuz bakkala rastladık; bahçede elma topluyordu. Tarlalardan geçip yola kavuştuk, artık baraj suları altında kalan İncesu’ yu gündüz gözüyle görerek Kargın’ a ulaştık.

2015-01-25 14.04.53

Başka bir gün de yine ekibi toplayıp Söğüt yolundaki Zemzemiye’ ye gittik. Burası iki kısım: Yeni köy ve terk edilmiş eski köy. Mutlaka görülmesi gereken enteresan bir mekan. Rızapaşa köyü etrafında da güzel bir doğa var, burada da nefis bir iniş rotası bulduk. MTB’ ciler görmeli mutlaka.

harita

Arkadaşlarla şimdiye kadar yaptığım en uzun rota, gidiş geliş toplam 113 km olan Bozüyük Karafırın turu oldu. Bu turun en büyük kazancı da Kandilli köyüdür. Harika bir meydanı ve meydana hakim bir köy kahvesi var. Buradan batıya devam edip ana yolu atlayınca Bozalan köyü’ ne oradan da Bozüyük’ lülerin mesire yeri Türbin bölgesine ulaşılıyor. Bozalan’ a doğru virajlı muhteşem bir iniş var. Bu bölge çok sulak ve yeşil. Tekrar ziyaret etmek istediğim bir bölge oldu. Bir gün de Kandilli’ ye arabayla gelip Seyitali, Yörükyayla’ dan İnönü’ ye inen bir rota da yaptık. Bu da çok güzel bir keşif turu oldu. İnişli çıkışlı eğlenceli bir rota.

20141115_102457

Şimdiye kadar bir kez gittim ama sert rampalarıyla oldukça yorucu, bir o kadar da eğlenceli olan Şelale rotası var son bahsedeceğim. Burası da Kütahya Yolu ile Seyitgazi Yolu arasında kalan bir bölge. Şelale mesire alanına ulaşılıyor. Uzun bir rampa ile başlıyor, Kentorman çamlarının arasından. Sonrasında uzun bir Anadolu platosunda pedallarken kendinizi çok uzaklaşmış hissediyorsunuz bir anda. Aşağı Çağlan, Karaalan, Aşağı ve Yukarı Ilıca köylerinden geçiliyor. Gidiş geliş 76km’ lik bir tur ile mesire yerine ulaşılıyor. Hafta sonu biraz kalabalık olsa da mesire yerleri açısından zengin Eskişehir’ in güzel mekanlarından biri.

20150412_162308

Bisiklete binmeyi, bisikletle uğraşmayı sanırım en çok bu yüzden seviyorum: Yeni şeyler deneyimlemeye, yeni şeyler öğrenmeye, keşfetmeye sürekli zemin oluşturuyor. Elbette bu mekanlara kapalı bir demir yığınının içinde de gidebilirdim. Gittim mi? Hayır. Çünkü yolu böyle hissetmeyecektim. Bisiklet ile, bir yere ulaşabilecek kadar hızlı, ayrıntıları kaçırmayacak kadar da yavaş seyahat edildiğinden eşsiz bir deneyim sunuyor size. Kimse arabayla ya da motosikletle Şelale’ ye giderken Karaalan’ da durup, mola vermez. Bisiklet varılacak yer değildir, yolun kendisidir. Bir yere ulaşmaktan çok, oraya varmak için gösterilen çabadır. Yeni keşifler için merak yaratması da cabası. Görünen o ki Eskişehir’ den, Bozüyük ve Kütahya istikametlerini oldukça ziyaret etmişim. Bundan sonra, gördüğüm 30 köylük listenin genişlemesi için Sarıcakaya ve Seyitgazi istikametlerini deneyeceğim.

20141115_104008

Siz de böyle yapın, arabadan inin, bisiklete binin. Göreceksiniz, uzak deyip gitmeye üşendiğiniz yerleri gezmek için, fırsat yaratmaya çalışırken bulacaksınız kendinizi. Uzakları, yakın edeceksiniz.

 

Arkadaşlarla Dışarıda Yemek Sorunsalı

Sosyal bir insan dendiğinde aklınıza ne geliyor? Tiyatro ve sinemaya gitmeyi seven bir kişi mi? Dernek, kulüp ve vakıflara üye olup etkinlikten etkinliğe koşan birileri mi? Yoksa sadece dışa dönük olup, arkadaşlarıyla sık sık kafelerde buluşan, yiyip içip gezen biri mi? Başka türlü sosyal hayatlara özensek de çoğumuzun yalnızlığa karşı panzehiri maalesef tüketimden ibaret. Evde sıkılıyoruz ve kendimizi alışveriş merkezine atıyoruz. Saçma sapan, aslında ihtiyacımız olmayan bir şey alıyoruz. Almasak bile bütün gün gezip yoruluyoruz, acıkıyoruz, susuyoruz ve sonuçta sağlıksız fast food’ a saldırıyoruz. Arkadaşlarımız aramıyor son zamanlarda “Gelsene, çay koydum” diye. Hanımların altın günleri bile börekçide düzenleniyor artık. Bu konuda neler yapabiliriz bir bakalım.

Geçen seneki kısa deneyimimizde “Dışarıda yemiyoruz” diye kesin kural koymuştuk. Evdekiler çok bunalmasın diye ayda bir kez izin vardı. Öğle yemeğinde köftecide buluşmak isteyen bir arkadaşımı bile fabrikaya yemeğe davet ettik. Burada ilk amaç, yüksek hesaplardan kaçmaktı. Evimizde çok daha rahat ediyorduk. Üstelik en güzel yemekleri yapıyor, misafirlerimizi ağırlamak için Allah ne verdiyse sofraya koyuyor, olabildiğince eğleniyorduk. Ama arkadaşlarımıza bunu söyleyip eve davet ettikten sonra, bir dahaki daveti onlardan bekliyor insan. Bizim yaşıtımız hanımlar, çalışıyorsa özellikle, Pazar günleri kendine yemek yapmıyor ki, bir şeyler hazırlayıp seni davet etsin. Yakın çevremizdeki herkesin bizim gibi davranmasını beklemiyorum, bu yüzden bu yıl farklı davranacağım.

“Davete icabet etmeyen, davet bulamaz!” sıkça kullandığım bir mottomdur. Birilerinin bizi aramasını, sormasını istiyorsak, biz de onlara doğru bir adım atmalıyız. Seni çağırıp duruyorlar, sen gıcıklık yapıp bahaneler uyduruyorsun, adam da en sonunda sıkılır be kardeşim. Dışarıda yemek daveti aldığımda gideceğim, benim kuralım var demeyeceğim. Ev halkı dışarıda yemek istiyorsa onlara da hayır demeyeceğim. Ama eşim yemek yapmak istemiyorsa o gün, sırf bu yüzden dışarıda yemeyeceğiz. Mutfağa girip çocuklarla birlikte yemeği ben yapacağım.

Elbette ki her şeyi evde yapamayabiliriz. Lahmacun özel bir fırın ister. Bazı yemekleri yapmak nitelikli ustalık gerektirir. Ama hayal etsenize evde Borş çorbasının tadını yakalamaya çalıştığınızı. Suşi yapabilmek için teknikleri denediğinizi. Çok mu uçuk oldu? İlk böreğimi yaptığımda neler hissedeceğimi merak ediyorum. Lezzetli bir yemekten sonra bütün övgüleri eşimin toplaması haksızlık. Çocuklarla birlikte bu hazza biz de dahil olmalıyız.

1447076425-phpsuz4lp

Elbette dışarıda yemek, özelikle içkiler söz konusu olduğunda pahalı olabiliyor. Ama burada amaç sadece tasarruf etmek değil, öyle ya çok ucuz alternatifler de var. Ve pazarda, markette alışveriş yapan herkes gibi ben de bazı köftecilerin nasıl bu kadar ucuz olabildiklerini merak ediyorum. Siz de benim gibi marketten alınan ayranın neden kolay bozulmadığı üzerine kafa yoruyor musunuz? Maalesef günümüzde tüketim ve büyük şirketlerin kar edebilmesi uğruna halk sağlığından vaz geçilmiş durumda. Tamam, yemeğe koyduğumuz her sebzenin tohumuna kadar kontrol etme şansımız olmasa da, en azından pişirme şeklini ve kullandığımız yağları evimizde, kendi kontrollü atmosferimizde yaparsak çocuklarımıza daha sağlıklı besinler verebiliriz.

Diyelim ki sağlığınızı önemsemiyorsunuz, o zaman cebinizi düşünün. Bazı ünlü restoranlar var ki; sunumu, hizmeti, kalitesi, lezzeti mükemmel. Peki bir tabak et için 150 TL ödemek makul mü? Yahu koyunu komple alsan zaten 600 TL.

Bu bilgiler ışığında zihinsel hazırlık tamamladı. Gerekli malzemeler alındı. Bu Pazar günü ilk deneyim gerçekleşti. Bizim bacanak Martin’ den öğrendiğimiz, “Çin yemeği” dediğimiz, soya soslu, mantarlı ve tavuklu makarna yaptık. Çok tecrübesiz olduğumuzdan biraz zorlandık ama sonunda lezzetli bir yemek ve paha biçilemez aile boyu takım çalışmasının eseri, bir deneyim ortaya çıktı. Yemek bizlere, deneyimler de çocukların yanına kar kaldı.

Tarifini de aşağı yazayım, belki yapmak isteyeniniz olur. Malzemeler: Kuru soğan, mantar, havuç, kırmızı biber, soya filizi, yeşil soğan, çin makarnası, sarımsak, soya sosu, susam yağı, kimyon, karabiber.

Tavuk göğüs etini dilimle, sarımsak, karabiber, kimyon ve soya sosunu, karıştır. Bir kapta 1 saat beklet. Tavada kuru soğanı zeytinyağında sarart. Üzerine beklemiş soslu tavuğu ekle. Sırayla havuç, mantar ve kırmızı biberleri ekle. Susam yağı ve soya sosu ilave et. Karıştırarak pişir tavada. Önce mantarlar su bırakacak, tüm suyunu çekinceye kadar yüksek ateşte pişir. Ayrı bir yerde makarnayı pişir. Hepsini karıştır. Servis yaparken dilimlenmiş taze soğan ve soya filizini yemeği üzerine serpiştir. Afiyet olsun.

“Hani almıyordun?”

Hiçbir şey almıyorum dediğimde genellikle duyduğum tepki cümlesi “Parayı mezara mı götüreceksin?” oluyor. Amacın sadece tasarruf olmadığını anlatmak sanıldığı kadar kolay olmuyor. O nedenle amaçlardan birini daha açıklayayım: Dünyada giderek artan çöp yığınına olan kişisel katkımı azaltmak!

Etrafımızda pek görmüyoruz, musluktan akan suyun nereye gittiğini düşünen birisini. Sadece kuraklık olup, suyumuz azaldığında tatlı su kaynaklarının sınırlı olduğu aklımıza geliyor. Pek az kişinin derdi, tarım arazilerinin yok olması. Şehrin en zengin mahallesinde oturup, lüks yerlerde gezenlerin pek azı binmekte oldukları araba eskiyince hurdasının nereye gideceğini düşünüyordur inanın. Biz naylon torbaya koyup, çöp kutusuna atıyoruz ya, ondan sonrasına karışmayız. Yeter ki çöp kamyonu zamanında alsın, mahallemiz kokmasın.

İşte bu korkunç tüketim alışkanlığımız yüzünden; yani doyumsuz çocuğumuzun ağlayarak aldırdığı, sonra sıkılıp kenara attığı oyuncağı ile, burnumuzu silip attığımız kağıt mendil ile, eskidi deyip değiştirdiğimiz ev eşyalarımız ile çöplükler, hurdalıklar dolup taşıyor. Aramızdan çöplüğü evinde de yaşatanlar var. Televizyondaki reklama inanıp aldığınız ama yıllardır kullanılmadığı için ayağınıza takılan spor aleti tanıdık geldi mi size?

Philippines. Luzon Region. Manila. Tondo area. Smokey mountain is a rubbish dump. Life on a garbage heap. A group of men and women wash in the river collected plastic garbage in order to resell them for a better price as recycled products. © 1992 Didier Ruef

Philippines. Luzon Region. Manila. Tondo area. Smokey mountain is a rubbish dump. Life on a garbage heap. A group of men and women wash in the river collected plastic garbage in order to resell them for a better price as recycled products. © 1992 Didier Ruef

“İnsanlık kendine gereksiz bir ihtiyaçlar dağı yaratmış. Satın almaya ve atmaya devam ettiğimizde mahvettiğimiz kendi hayatımız aslında. Bir şey aldığımızda parayla değil onu kazanmak için harcadığınız hayatınız ile ödersiniz. Fark şu ki: Hayatı satın alamazsınız. ” diyor Jose Mujica. Ben de şunu ilave edeyim: Bu ihtiyaçlar tepesi daha sonra atılan çöp dağına dönüşecektir. Kullanmadığımız için kenarda duran bazı şeylere muhtaç olan insanların olması sizce de adaletsizlik değil mi?

120423051627-jakarta-landfill-horizontal-large-gallery

Bu çöp dağına katkıyı azaltmak için kuralım; yeni bir ihtiyaç olduğunda ona benzer bir şeyi elden çıkarmalıyım. Para ediyorsa satmalı, etmiyorsa ihtiyaç sahibi birine hediye etmeliyim. Alacağım şey daha önce sahip olmadığım bir şey olmalı yani eski telefonu satıp yenisini almak yok.

Geçenlerde işyerime kargo ile iki paket geldi. Verdiğim siparişleri gören arkadaşlar biraz sataştılar: “Hani almıyordun?” Gülerek kendimle çelişmediğimi izah ettim. İhtiyaçlarımızı kendimiz imal edemiyor, elimizdeki bir şeyi o amaçla değerlendiremiyorsak ya da kimseyle ortak kullanamıyorsak, almak zorundayız. Ben bu durumda bile benzer bir şeyi elden çıkarma şartı getirmiştim. “Bu sayılmaz”” diyenlere kulak tıkadım. Bazen en yakınlarınız bile sizi anlamaz ve kalıplara sokmaya çalışır. Mutlu kişi, her durumda ve cesaretle kendi değerlerine göre hareket edip, kendi kurallarını koyabilendir. Bu benim “Satın almama yılı” projem, benim hayatım; kuralları da ben koyarım.

İhtiyacımız tahmin edeceğiniz üzere “Bikepacking” projemizden kaynaklandı. Genelde yol bisikletlerinde görülen ince lastiklere geçmeyi düşündüm. Bu lastikler hacmen küçük olduklarından yüksek basınç ile kullanılıyor. Lastik yolda patladığında 100 psi’ ı elde basabilecek küçük bir pompaya ihtiyaç oldu. Alabilmek için yılbaşından önce aldığım ayaklı pompayı iade ettim ve yerine bunu aldım.

Bisiklet antremanları için nabız hızı kontrolü gerekli, bunu da bisiklet üzerinde hareket halindeyken görmem ve sonrasında analiz etmem için data gönderecek bir nabız bandı gerekiyordu. Bu amaçla daha önce basit bir saat ve bant almıştım ama bisiklet üzerinde kullanamıyordum. Onu ikinci el olarak sattım, böylelikle yeni nabız bandını sipariş ettim. Sonuçta tam olarak verim alamadığım ekipmanı elden çıkarıp iş görecek olanlarını edindim. Envantere yeni bir kalem eklemedim.

Meydan okumam işte bu şekilde tüm 2016 boyunca devam edecek. Siz de kendi kurallarınızı koyun ve mücadeleye katılın.

Bikepacking vs. Bike Touring

Bisiklet binmeye başladıktan kısa süre sonra temel ilgi alanım bisiklet turculuğu haline geliverdi. Bisikletle şehirler, ülkeler ve hatta kıtalararası seyahat yapan çok kişiyi halen takip ediyorum. Nasıl bir bisikletle seyahat ediyorlar, yolda neler alıyorlar yanlarına, günde kaç km yol yapıyorlar, nerelerde kalıyorlar, nasıl kamp yapıyorlar, hangi ekipmanları tercih ediyorlar, eşyalarını nasıl taşıyorlar vs. Bütün bu konular hakkında bilgi sahibi oldum, kendi tur bisikletim üzerinde de uyguladım bazı öğrendiklerimi. Buraya kadar herşey güzel.

2015 yılı Ekim ayı için kendime Eskişehir’den Yedigöller’ e gitme hedefi koymuştum. Baktım olmuyor, o mesafeyi Antalya Festivali’ nde yapayım dedim, işimdeki değişiklikler nedeniyle ona da gidemedim. Bu durum, hedefleri güncellenmek kadar tarz değişikliğine de gerek olduğunu hissettirdi bana. Mevcut çalışma ve aile koşullarımı düşünerek uzun turculuk ile planlarımı ertelemek; onun yerine daha hızlı, daha kısa ve hafif turlara yönelmek fikri oluştu. 

  Yol bisikletine geçmek için araştırma yaparken, geçen Aralık ayında, gördüğümden beri kadro yapısını çok beğendiğim Giant Anyroad 2 bisikleti ikinci el olarak aldım. O tam bir yol bisikleti değil, bozuk yollarda da performans sergileyen bir “Gravel Bike”. Artık bisiklet üzerine bagaj takmadan çantaların bisiklet üzerine bağlandığı, düşük ağırlık ile hızlı yol yapılan, aerodinamik olarak daha verimli “bikepacking” tarzına geçebilirim. Ilk iş olarak tur çantalarımı sattım ve yeni projeye başladım.

Bu projede de sayısal hedefler koyuyorum ama biraz daha esneğim. 2015 te bisikletle 2500 km yaptım, 2016 hedefim 5000 km. Bu hedef gayet mantıklı, çünkü zaten ağırlık olarak %25 iyileşiyorum. Ağırlık düz yolda çok etkili değil ama aerodinamik olarak da fark oluşacak. E madem sele üzerinde zaman geçirmeyi seviyorum, bu sene biraz daha binerim. Bindikçe performansım artar, arttıkça da çok zevk alırım. Amaç da bu değil mi zaten?

   

 Bu seneki ilk kısa “bikepacking” turumu Mayıs 2016′ da uygun bir haftasonu Eskişehir – Göynük, Göynük – Abant olarak planlıyorum. Bu tur için herşey dahil ağırlık hedefim 90 kg:

  • Bülent’ in kask, ayakkabı dahil ağırlığı: 75 kg
  • Bisiklet: 11 kg
  • Su: 1, 75 kg
  • Yemek: 0,75 kg
  • Kıyafet ve yedek parça dahil çanta ağırlığı 2 kg

Yukarıdakilerin toplamı 90,5 kg yapıyor. Gördüğünüz gibi kamp ekipmanları yok. Evet kamp yapmayı çok seviyorum ama hızlı ve kısa bir tur için bu zevkimi başka turlara saklıyorum. Her türlü ihtiyacını yanına alıp Orta Asya’ ya doğru yola çıkan gezginler yaklaşık 150 kg ile günde 70km veya üstü yol yapabiliyorlar. Bu ağırlık ile dağlara tırmanıp, çölleri aşıyorlar. Onlar bile yoldayken gereksiz buldukları eşyaları eve postalıyorlar. Hiçbirimiz o kadar güçlü biyonik adamlar değiliz. Gerçekçi olup, tekniği konuşturmalıyız. Eskişehir – Göynük rotası 124km ve 2250m rakım artışı içeriyor. Bu benim için rekor demek. Üstelik ertesi gün de sürüş yapacağım, hem  gerçekçi hem de yeterince zorlayıcı bir hedef. 

 Buna göre Mayıs’ a kadar hem kondisyon yapmalı hem de kilo vermeliyim. Bisiklet tekerlerini inceltmeliyim. Hesabıma göre ihtiyaçlarım 10 litrelik bir çantaya sığıyor. Rüzgarlık, uzun kollu tişört, yedek forma, yazlık pantolon, iç çamaşırı, iki çift çorap, yedek iç lastik, zincir yağı, alyan, tamir kiti, şarj pili, telefon ve diğer kişisel eşyaları alacak bir sele altı çanta edinmeliyim. Projenin zor tarafı da burada, çünkü 2016 aynı zamanda satın almama yılı. Bakalım nasıl aşacağım?

Bir şey satın almamanın temel ilkesi – Elindekini Kullan!

İlk kez “Hiçbir şey almıyorum!” dediğimde evimize yeni gelen buharlı temizleyiciyi kullanıyordum. Evimizde birini kullanmadığımız iki tane katı meyve sıkacağı, çalmadığımız bir akordeon, sadece süs amaçlı bir satranç takımı, artık kimsenin oynamadığı tenis raketlerinin olduğunu fark ettim. Arka balkonumda yer işgal etmekten başka bir şey yapmayan siyah beyaz fotoğraf baskısı amaçlı agrandizör ve ekipmanları hala duruyor mesela. Buharlı temizleyiciye bakarak şunu düşündüm: Bu da varsa artık, bir şeye ihtiyacım yoktur!

Sonra gidip dolabımdaki uzun kollu gömlekleri saydım: 22 adet. Dedim ki: Her birini 2 kez giysem, 2 ay gömlek yıkamama gerek yok. Dolapta eşimin bazı fularlarını kullanabileceğimi düşündüm. Ertesi gün birini takıp işe gittim. Hiçbir şey almadan daha şık oluvermiştim işte.

Kendi “Buy Nothing Year” projeniz için ilk yapmanız gereken şey evi karıştırıp, neleriniz olduğuna bir bakmanız. Bu sayede 37 tişörtünüz olduğunu keşfettiğinizde, yeni bir tişört almaya eliniz gitmiyor. “Ama çok ucuz!”, “Şu an kampanya var!” cümleleri bir anda anlamsız geliyor. Unutmayın, indirim yapabilmek, bu durumda bile karlı olabilmek için önce bindirim yapmak gerek.

Sağda solda gördüğümüz farklı şeylere özenmek yerine elimizdekinin kıymetini bilsek ya. Dolapta sarartmak, küflendirmek, paslandırmak yerine değerlendirelim. Kullanamıyorsak ihtiyacı olan birine verelim ya da satalım. Böylece gereksiz eşya kalabalığından da kurtuluruz. Evinizdeki elektronik çöplüğüne baktığınızda sizin de içinize bir sıkıntı basmıyor mu?

Atıl duran bir eşyanızı kullanılır hale getirmek olmalı hedefiniz. Bisiklet için bir gidon çantası lazım olduğunda küçük fotoğraf çantasını kullanabilir miyim dedim, üstelik yağmurluğu da var. İki adet kılçık kelepçe ile gidona bağladım, oldukça pratik bir çantam oldu böylece. İnanın, yeni çanta alsaydım bu kadar mutlu olmazdım. Gevrek gevrek gülerek arkadaşlarıma anlattım yaptığımı: “Beyin bedava!”

Elbette ki özel bir hobiniz varsa veya bir spor ile uğraşıyorsanız bazı aksesuar, kıyafet vb. almanız gerekiyor. Ama doğrudan satın almak yerine başka yolları kurcalamak ufkunuzu açacaktır. Belki bir etkinlik için ihtiyacınız olacak ama her gün kullanmayacaksınız, o zaman ödünç alın. İhtiyacınız var ama bir soruşturun bakalım, belki bir arkadaşınızda var o ve ihtiyaç fazlası. Bisikletime kelebek gidon taktığımda değişik açıları denedim ama istediğim konforu bulamamıştım. Ne yapacağımı bilemezken imdadıma arkadaşım Kaan yetişti. “Bende fazla bir tane var.” diyerek gidon yükselticiyi gönderdi ve “Viola!”

?????

Yükseltilmiş Gidon boğazından dolayı bisikletime “Kara Kuğu” adını verdim:)

Daha önce sahip olmadığım ve yeni oluşmuş bir ihtiyacım olduğunda şunları soracağım:

  • Elimdeki başka bir şeyi değerlendirebilir miyim?
  • Bir arkadaşımdan ödünç alabilir miyim? Ortak kullanabilir miyim?
  • Yerine kendim bir şey yapabilir miyim?

Çözüm bulamazsam o zaman şunu soracağım: İkinci el alabilir miyim? Yeni ya da ikinci el bir şey almam için tek şartım benzer bir şeyi elden çıkarmak, satmak ya da birine hediye etmek. Burada kuralım biraz sıkı, daha önce sahip olmadığım bir şey almama izin var sadece. Bu şu demek oluyor: 2016 yılında cep telefonum kırılsa bile yenisini almayacağım, başka bir yol bulacağım.

philosophical-quotes-about-life-40

En iyi şeylere sahip olanlar mı, her şeyin en iyisini yapabilenler mi mutlu olur? Benim yolum size zor geliyorsa, siz farklısını uygulayın. Yeter ki farkına varın; yenilediğiniz arabanız ya da cep telefonunuz, ceketinizle ya da ayakkabınızla uyumlu olsun diye aldığınız çanta sizi daha mutlu, daha akıllı ya da daha saygın yapmayacak. Ancak paylaşımla ve yaratıcılığınız sayesinde kendinizi daha iyi hissedeceksiniz, bunu garanti edebilirim.

Buy Nothing Year / Satın almama yılı – 2016

2016 değişim yılı olsun istiyorum. Rutinlerden kurtulduğumuz, yeniliklere kapı açtığımız, geleceğe dair umutlarımızın arttığı bir yıl olmasını diliyorum. Dilek ve temenniler bazen yeterli olmuyor maalesef. Değişimi planlamak ve yönetmek gerekiyor. İstenen sonuca ulaşmak için de çaba göstermek şart. Ne demiş büyüklerimiz: “Emek olmadan yemek olmaz.”

Geçen yıl başlatmış olduğum bir değişim projesini 2016′ da tüm yıl uygulayarak bir değişimi kalıcı hale getirmek istiyorum. Şubat 2015′ te okuduğum bir yazıdan esinlenerek evde el sıkışmıştık: Hiçbir şey almıyoruz.

14 Şubat’ta başladık, tüketim çılgınlığının zirve yaptığı günü seçmiştik. Bu blog yazısını o gün de yazmak istedim ama başarısız olmaktan çekindim sanırım; sadece yakın çevreme duyurmuştum planımı. 7 ay boyunca hiçbir şey satın almadım kendime. Ayda yalnız bir kez dışarıda yemek yemeye izin vardı. Çocuklar plana dahil değildi tabii. Sonuçta büyüyorlar ve doğal olarak ihtiyaçları değişiyor. Eşim de yaklaşık 3 ay dayandı.

productmockup

Bu projedeki amacımı anlattığımda farklı tepkiler aldım. “Bu ülkede ne işin var? Mutlu olamazsın burada, git Küba’da yaşa” diyen bile oldu. Projemi destekleyen temel fikirler ve değerlerim şöyle:

  • Dünya düzeni ve ekonomi denilen şey tamamen bizim tüketmemiz üzerine kurulu ve ben bunun bir parçası olmak istemiyorum. Şöyle düşünelim: Bazı temel ihtiyaçlarımız var. Bir dönem insanlar avcı, toplayıcı bir topluluktu. İhtiyaçlarını daha kolay karşıladıkta nüfus arttı, nüfusu doyurmak için tarım keşfedildi, hayvanlar evcilleştirildi. Aile tarım toplumunda aile ihtiyaç fazlası tarım ürünlerini satar diğer tarım ürünlerini alırdı. Günümüzde tarım alanları giderek daralıyor. Ben bir üretim fabrikasında çalıştığım için müsterihim, çünkü bana göre günümüzde tüketimi hak etmek için birşeyler üretmemiz gerekiyor.
  • Bir şey satın aldığımızda onu parayla değil hayatımızda öderiz. Yani o parayı kazanmak için ayırdığımız zamanla. Örneğin son model bir araba alan, ücretli çalışan bir arkadaşı ele alalım. 120 bin TL değerindeki araba alan kişi ayda 4 bin TL kazanıyor diyelim. Bu kişi hayatının 2,5 yılını sorgusuz sualsiz, bir kalemde o otomotiv firmasına vermiştir. O firmanın gönüllü sponsoru olmuştur. Onun sayesinde maaşlar ödenir, ar-ge faaliyetleri yapılır, yeni yatırım kararları alınır. O ise işe gitmek için araba satın almıştır, araba borcunu ödeyebilmek için işe gitmek zorundadır.Köledir aslında o. Özgürlüğü elinden alınmıştır, haftada en az 45 saat çalışmak zorundadır. Insan beyninin oldukça gelişmiş olduğu fikrine katılmıyorum. Hangi akıllı insan çalıştığı şirketin daha zengin olması için çalışıp, başka firmaların daha çok kar etmesini sağlayacak lüks mallar alır ki? Biz küçük oyunlar ve bazen büyük başarılar kazandığımızı sanıp kendimizi kandırıyoruz. Unutmayın, sonuçta kumarhanede kazanan daima kasadır.
  • Tüketim insanın doğasından gelen bir olgu değildir, yani öğlenilen ve yapay bir alışkanlıktır. Temel ihtiyaçlar sınırlıdır ve kişiye göre değişmez. Ama istekler, arzular sınırsızdır. Duygusal olarak tatmin olmayan bireyler tüketime yönelir. 3 adet takım elbisesi olan bir adam bir de lacivert takım ister, ona gerçekten ihtiyacı yoktur. O takımı almadığında herhangi bir sağlık sorunu yaşamayacak, değil mi?   20 çift yazlık ayakkabısı olan bir kadın bir de beyaz topuklu ayakkabı alır; artık ayakkabıları koyacak yer kalmamıştır ve yeni bir ayakkabı dolabı alır. Yeni ayakkabı dolabı bir ihtiyaç mı sizce? Bence bunun adı israftır ve israf yerine çocuklara, geleceğe yatırım yapmayı, paylaşmayı tercih etmek gerek. Insanı tüketmek değil paylaşmak mutlu eder.
  • Her şey bir yana şu önermenin tersini kim ispat edebilir: “Hayatta en güzel şeyler bedavadır!” Örneğin sarılmak, gülümseme, öpmek, kahkaha atmak gibi eylemler. Aldığınız herhangi bir şey sizi bunlar kadar mutlu edemez. Aile, aşk, arkadaşlarınızı, dostlarınızı ya da güzel anıları para ile satın alamazsınız. Tatil, uçak bileti vs. alabilirsiniz ama güzel zaman geçirmeniz tamamen size ve çevrenizdekilere bağlıdır. Dünyanın en güzel yerine gitseniz bile, hastaysanız bütün günü odada geçirebilirsiniz. Ama aşıksanız sıvaları dökülmüş gariban odanızda bile mutlusunuzdur. Ya da uykusuzluk çektiğinizi düşünün, derin ve dinlendirici bir uyku sizin için en değerli şeydir.

Bunları bir düşünün derim. Belki siz de bir gün sohbetlerinizde Iphone almanın öneminden bahsetmeyi bırakırsınız. En az iki arabanız olmadan da yaşamanın mümkün olduğunu düşünmeye başlarsınız. Belki bir gün, trafikte gördüğünüz son model ciplere ağzınız sulanarak bakmayı bırakırsınız. Zengin olduğunuz için insanlar sizi kıskanır, özenir ama saygı duymazlar. Ne dediğiniz, ne yaptığınızdır fark yaratan. Kim olduğunuz değil, nasıl biri olduğunuz önemlidir. Para ve maddi şeyleri önemsemiyorum, para bana karşılıksız sevgiyi satın alamaz. Çok mu hayalperestim?  J.Lennon gibi hissetmek istiyorum, yalnız olmadığımı biliyorum.

20031127141909887_1

Evet, artan hayat pahalılığı ve gelir dağılımındaki adaletsizlik de destekleyici bir etken ama bu bir para biriktirme projesi değil. Bu tüketim alışkanlıklarımıza, normal sayılan ve bizlere dayatılan yaşam tarzına karşı bir MEYDAN OKUMA dır. Siz de kendinizce bir versiyonunu yaratıp uygulayabilirsiniz. Ben kendi kural ve sınırlarımı çizdim, 2016′ da hiçbir şey almayacağım! Elbette şu anda bile almak istediğim ve ihtiyacım olan bazı şeyler var. Onları almam da bazı şartlara bağlı. Yıl boyunca deneyimlerimi bu sayfadan paylaşacağım. Benzer projeler yapmış kişilerle ilgili yazacağım. Çevremle olan etkileşimi gözleyeceğim. 1 Ocak 2017 günü tekrar klavyenin başına oturup yazmak dileğiyle; bakalım ne kadar etkili bir proje olacak “Satın Almama Yılı”.

Sokaklarda bisiklet arabaya karşı

Arabaların arasında bisiklet kullanmak köpekbalıkları arasında yüzmek gibi bir şey. Arabalardan korkup bisiklet yerine arabayla işe gittiğimizde biz de köpekbalığı olmuyor muyuz?